20 Ocak 2012 Cuma

Karne Günü

Ders yok olum bugün. Olsa ne yazar. Devlet dersi değil mi?

Karne günü ya bugün.

Ondan bu kadar soğuk bir Cuma. Cumaları yani haftayı hafta sonuna bağlayan o köprünün tam ortasında el ovuşturur bebeler. Ötekilerin umurunda değil. Ötekiler dediğim kaportacı çırakları. Rot balans ayarı dersinden kalmış bu sene Zeki, ustasından bir ton dayak yemiş. Ustanın elleri paslanmaz çelikten. Çok işlediğinden.

Ama bu Cuma bu kadar soğuksa, sömestr tatili de burada bir yerde olsa gerek.

Nazar boncuğu iliştirilmiş, şeffaf dosyalarla kaplanmış bir tatil müjdesi de öretmenin ellerinde. Çok sıkıştık bir dönem boyunca.

-Öretmenim tuvalate gidebilir misin?
-Çişin mi geldi yavrum.
-Yok aynaya bakıp gelecem.

Öretmen salak değil, salağa yatıyor müfredat yüzünden. Müfredat salak mı? Devlet tarafından akrabalığı varmış salaklıkla.

Apışarası sürekli ıslak ama ötekilerin. Soğukta donmuş sidikli pantolonlarıyla sanayinin ortasında arzı endam etmekteler. Tulum diye karikatürize etmeye gerek yok. Çoktandır işçilerin tulumu yok. Sınıf mı kaldı oğlum. Hepsi devlet dersinde öldürülmüşler. Bizim bankacı Mümtaz söyledi. Mümtazları bilirsiniz. Eskiden briyantinliydi Mümtazların saçları, şimdi jöleli. Ama hep parlak çocuktu Mümtazlar. Mümtaz diye isim kalmadı ama Mümtazlar hala var. Şimdilerde onlara Seçkin diyorlar. Mümtaz’ın bir küçüğü. O da bankacı olacakmış. Geçelim.

Karne günüymüş bugün. Mümtaz söyledi. Hepsi pek iyiymiş. Davranış? Yardımlaşma? Ona da pekiyi vermişler.

Ne konuşuyorsunuz orada? Bu gür sesli olan usta. Gür sesli dediğime bakmayın. Ustaların sesi gür çıkmak zorunda. Hikaye de olsa öyle. Hayat da olsa öyle. Hiç usta karne günüymüş bugün. Size ne olum? Bize ne olsun usta. Bize hiçbir şey. Bize bir şey olmaz usta.  

 Ve bugün karne günüymüş. Yüzümüze bakamadığından karnemizi arkamızdan yollamış devlet.

Şiirden kalmışız. Uyağımız eksikmiş…

15 Ocak 2012 Pazar

Parçalı erik resmi 1


Kalabalık bağrışa çığrışa geliyor. Tornadan çıkmış çocuk sürüsü. Pek bir şeye de benzemiyorlar. Her okul çıkışında görmek mümkün bu amaçsız kalabalığı. Mevsim daha taze. İlk günleri ilkbaharın. Ağaçlar bir günde yaprağa bürünüyor. Sürpriz! Kalabalık ağaçtaki yapraklar kadar çok. Yapraklar kadar karışık.

Tezgâhlar gelmiş. Bahar da geldiğine göre geç kalmamış yine hiçbir şey. Her şey yerli yerinde. Okul zili, kalabalık, armalı kravatlar gevşek, gömlekler pantolonun içinde değil, yürüyüşler yengeç gibi yan yan… Tezgâhlar iki renk. İki tezgâh zaten, karşılıklı kurulmuş. Karşılıklı ama simetrik değil. Hayat gibi tezgâhlar. Birinin bir yerinde boyası akmış, diğerinin arka tekeri kırık. Biri bozlaşmış güneşten, biri daha yeni. Ama üzerlerindeki erikler taze. Çok taze. Can erik. 

Mukavva renginden kese kâğıtlarına doldurulmuş bilmem kaç liralık erikler, tezgâhların kenarlarına dizilmiş. Kalabalık hedef kitle. Gevşek kravatlılar hücuma geçiyorlar. Kese kâğıtları zımbalı ağızlarından kopartılıp açılıyor. Bilmem kaç yıllık karısının sutyeni gibi yastık altına sıkıştırılıyor gibi kese kâğıtları. Ah biri yere düştü işte çok sallamaktan. Erikler kısa sürede elden ele dolaşıyor. 

Gevşek kravatlılar durmuyor, yürüyorlar. Erik durarak yenmez diyor biri. Demiyor ben uyduruyorum. Birbirlerine bakıyorlar, gülüyorlar, baharın ilk haylazlığı sanki erik yemek. Yüzlerde fosforlu bir erik yeşilliği. Gülümsemeye yarıyor. Biraz sonra geçecek hepsi. Çekirdekleri yol kenarlarına düşecek, kaybolacak adımlar altında... 

pazar..

Bir akşamüstü, bir ilçeden, bir ilçeden biraz daha büyük bir ile bir minibüs içinde gidiyorsunuz. Yatılı okul çocuğusunuz. Bagaja az önce koyduğunuz valizinizde anne elinden çıkmış güzel börekler, pastalar ve akşam yemeği niyetine bir peçeteye sarılmış patates kızartması ve köfteyle dolu yarım ekmeğiniz duruyor. Muhtemelen siz yiyene kadar soğuyacak. Ütü sıcaklığıyla katlanmış gri pantolonunuz, beyaz gömleğiniz, armalı okul kravatınız tastamam.

Etrafınıza bakmadan, başınız önde düşünüyorsunuz çocuk aklınızla: 

pazar mı dediniz ?

“Hep gidiyorum. Hep Pazar akşamları gidiyorum. Bu akşam evdekiler ne yiyecek acaba. Sıcaktır evde patates kızartmaları muhtemelen. Geride kalan kardeşlerinizi kıskanıyorsunuz. Onlar da sizi kıskanıyor mudur acaba? Neyi mi?”

Pazar demek sizin için; yerde halıfleks kaplı tek tip odalar demektir. Belki de deterjan kokulu nevresim demektir. Veya üstünde bir yerinde DMO yazan battaniye demektir. Burnunda taze kokusu ile ev demektir. 

Akşam olur. Yerinizi alırsınız gölgeleri üç numaraya vurulmuş çocuk sürüsü içinde. Yapay bir ev kokusu dağılır koğuşlara. Herkesler valizlerini açar annenin rayihası dağılır koğuşların içine. Sonra bayat halıfleks kokusuna karışır. Unutmaya başlarsınız. Alışmaya da.

Sonra oyalanmaca, tavana bakmaca, az konuşmaca. Bir ressam olsa da çizse size bakıp mutsuzluğun resmini. 
Bir komut duyarsınız koridor başından: yat! Saat dokuzdur. Hiç uykunuz yoktur. Ama yatarsınız aklınızda bir soruyla: “Sahi Pazar gecesi sineması saat kaçta başlıyor?”