27 Ekim 2011 Perşembe

Türkler’de Türker Güzellemeleri ya da bir gafletin yapıbozumu adına!

 bugünkü tarafta basılan perihan mağden saçmalamasını bir ibret vesikası olarak buraya not düşüyorum.


"Türkler’de Türker Güzellemeleri ya da bir gafletin yapıbozumu adına!"

"Çarşamba günü yayımlanan Taraf’ta Levent Yılmaz’ın haftada birlik şişesinden harbiden inanılmaz (şöyle yakışıklı gülen çocuk fotosuyla filan da donatılmış) bir Yıldırım Türker Güzellemesi çıktı.
Son zamanlarda Taraf’ta, diyelim Roni Margulies’in kaleminden de ölçüsüz bir “Yıldırım Güzellemesi” vakasıyla kalakalmıştık. Ama Roni bey (sanırsam) adanmış bir Türk Troçkisti. Ve de “Türk Troçkisti” olması gereği, gerilla savaşının yanında. Bu yüzden PKK’nın artık iyice ne idüğü belirsizleşmiş savaşını “gerilla” savaşı sanmakta direnmekle kalmıyor –(Yılın Diren Ödülü!)
İş bu “gerilla” savaşını kutsaması gereken herkesin Yıldırım Türker türbesinde bir mum yakması da –anlaşılan– zaruri! Roni bey de şair coşkusuyla ölçüyü kaçırmış, yaşları kadar mum yakıvermiş türbe pastasının üstünde. Üflüyor.
Anlıyoruz, diyelim yazısını.
Ama benim yine de anlamadığım (ve kanıma dokunan) şu: diyelim Radikal’de ya da Birgün’de bir Perihan Mağden Güzellemesi ya da Yıldıray Oğur Güzellemesi ya da Ahmet Altan Güzellemesi’yle karşılaşma ihtimaliniz SIFIR iken–

Taraf
’ın hem eşitliksiz bir demokrasi platformu olarak istismar edilmesi (hadi diyelim böyle istismara/ eşitsizliğe can feda) hem siyasi olarak çok daha taraflı durmasını arzu ettiğim bu haysiyetli gazetenin ayarlarıyla oynanması, hem de bu alabildiğine “siyaseten yanlış okumacı” “analizlerin” muhtelif kişilerin şahsi sağırlama/ ağırlama/ yazıklama/ göklere çıkarma: netice olarak “ilişki mühendisliği” arenası/ atölyesi olarak Taraf’ı “kullanmalarına” müsamaha gösterilmesi–
Şimdi açık söyleyeyim: benim indimde ARTIK Taraf’ta bir Ertuğrul Özkök Güzellemesi çıkmasından bir Yıldırım Türker Güzellemesi çıkmasının hiçbir FARKI YOK.
Şöyle bir farkı var: bir E.Özkök Güzellemesi’ne “Kim lan yazan bu şaşkın?” diye gülüp/ acıyıp geçebilecekken, Y.Türker güzellemelerinin çok daha karışık dimağların çok daha kafa-karıştırıcı eserlemeleri olduğunu düşünüp harbiden kaygılanıyorum.
Her “asil sanatçının” yapması gerektiği üzre İSİM VERMEDEN Levent Yılmaz beni “bir arkadaşı” olarak niteleyip; Efendim “bir arkadaşının” ABUK SABUK bir yazı yazarak, dapındığı Yıldırım’ını “vicdan kuaförü” (doğrusu: vijdan olmalıydı) diye nitelendirdiği NE FENA günlere kalmışmışız!
Ay korkuyormuş Levent Yılmaz bey, yakında Murat Belge’ye DAHİ dil uzatılacakmış! Ay ay ay ay!!
Murat Belge’ye en çatallısından dil uzatıldı Levent bey ve bu “vazifeyi” yıllar önce Nuray Mert yerine getirdi.
O Nuray Mert’tir ki: üstünde “Türkiye Türklerindir” yazan bir gastede hiçbir beis duymadan, Ertuğrul Özkök’ün müthiş transferi/ sofralarının gülü/ medarı iftiharı/ aile dostu und kankası olarak yazılar yazdı. “Sivil dikta” kavramını filan keşfediverdi!
Ta ki –Ertuğrul Bey genel ağbilikten naşlanıp da, “Ay sayfamın yerini habire değiştiriyorlar!” diye zırlayıp 3-5 gün içinde (o zamanlar Aydın Doğan’ın tapulu arazisi olan) Milliyet’e transfer oluncaya kadar.
Benim ABUK SABUK diye tanımladığınız Müjde Vijdan Kuaförleri! yazım ise “Tapılacak Adam” Türker’in 15 ağustos tarihli Radikal gastesindeki köşesinde:
“Harbiliğiyle tanınan bir başka şöhret, (BU BEN OLUYORUM) ablaları olarak küçük muhbirlerin yanı başında KİŞİSEL DÜŞMANLIĞININ öcünü alma çabasında, aynı insanları hedef gösteriyor. Alçaklığa doyamıyorlar” cümlelerine CEVABEN nefsi müdafaa kategorisinden kaleme alınmıştır. Aynı yazıdan başka bir (kaleminden krema damlayan) Y.Türker cümlesine geçelim: “Başbakan, Nuray Mert’i bizzat meydanlardan küçük Samastlara işaret ederek örgütlü bir linç hareketini resmen başlatmış oldu.”
A, bi dakka! Yıldıran Türbe, birini daha savunuyor beni ALÇAKLIĞA DOYMAMAKLA suçlarken.
Yine o doyumsuz kaleminden, aynı yazısından alıntılıyorum: “Mert ve Temelkuran, takıntılı Stasi memuru kılıklılarca ısrarla ve durmadan hedef gösteriliyor.”
O Temelkurandır ki: Twitter’dan aldığı ÖLÜM TEHDİTLERİ üstüne soluğu Londra sokaklarında alıp yoksulun ezilenin isyanını, üstüne “geçiriverdiği” bej binici pantolonu milyon dolarlık çizmelerinin içinde, Faltaylı’nın (nam-ı diğer: Siyah) muhteşem Habertürk’ünden çarşaflama fotoğraflarıyla bildirmişti!
O Mert’tir ki: Hrant Dink’in öldürülmesi “üstüne” memleketi Trabzon’a Nihat Genç’le filan “empati” konuşmaları yapmaya gitmişti. Ve de suikaste kurban gittiği sanrılanan Yazıcıoğlu zamanlarının Büyük Birlik Partisi’nin “ennn takdir ettiği” bacı köşe yazarı filan seçilmişti.
Dink Suikasti’nde Alperen Ocakları’nın nasıl ikide birde karşımıza çıktığını düşünürsek, o dönemde Büyük Birlik Partisi’nin “gözdesi” olan Mert’in şimdi Türbe Türker’in demagojik kaleminden “Samastlara” hedef gösterildiğinin iddia edilmesi hem ironik, hem de rezilce pek tabii ki.
Aynı Nuray Mert’i gönül kapısı mı, gözü mü ne açılmış BİRDEN BDP’nin Aykırı Bacısı (her daim muhalif) olarak seçim otobüslerinin üstünde Ahmet Türk’ün yanında kıvrım kıvrım kıvrılırken, Filiz Koçali’nin berisinde zafer işareti çakarken görmüyor muyuz? Derken?
Görüyoruz! Aynı dönemde Aslı Aydıntaçbaş (indimde new& improved Güler Kömürcü), Can Dündar, Ruşen Çakır, Serdar Akinan, Banu Güven başımıza en Kürt Hareketi Zevdalısı kesilmiyorlar mı?
Kesiliyorlar! NTV boğazımıza çökerken ağır pro-Ergenekon çizgisiyle, müsebbibi de bu kadroydu. Hep aynı kadro!
Ama Nuray Mert’in Prof. Higgins’i olduğu ölümsüz “eseri” Ahmet Hakan sayesinde, daha özel bir yeri var Allah için.
Ekranları az inletmedi “Sivil diktayı ben buldum! Ben armağan ettim bu toplumaaaa! Yerinizi bilin lan! Yerim sizi!” diye diye.
OYSA Soner Yalçın’ın bilgisayarından çıkan dosyalarda “sivil dikta” kavramının bu cenah tarafından iki yıl kadar önce keşfedilip “Bu kavram dolaşıma sokulup panik yaratılmalı” tarzı ibarelerle kitlelere gagalanmasının planlandığı ortaya çıkmadı mı? (Ama tabii Türkler’de “Devamlılık” çok ıraklarda bir dağ köyünün adıdır.)
Aaa, meğer ampulü Edison Nuray değil de tutuklandığında açıkladığı üzre “kankası” olan Soner Yalçın (ve caz arkadaşları) bulmuş!
ODATV iddianamesinin ek delil klasöründeki belgeler, mahlasla o kirlilik odasına yazı yazanların Ezgi Başaran, Tuğçe Tatari, Ahmet Hakan ve Nuray Mert olabilirliğini ortaya çıkarttı. Çıkarttı da bu konu Ergenekonlanmış Türk Medyası’nda yeterince yankı buldu mu?
Yooo! Diyelim “Sonerim için de yürüyün! Olay çıkartın!” tadında yazı yazan (T. Tatari’yi saymıyoruz: o eski Güler Kömürcü) bir tek Ahmet Hakan oldu aralarında.
Ki, Ahmet Hakan’ın Deniz Hakyemez, Deniz Hakan, Sait Çakır gibi takma adlardan bir ya da iki-üçünün hakiki sahibi olduğu şiddetle zannediliyor ODATV yazılarında.
Ezgi Başaran ise (hani müthiş “genç” yetenek Kanat Atkaya’yla nikâh şahitleri E. Özkök olan, aşkları Ertuğrul ağbilerinin evlerinde yeniden başlatılan büyük istidat) Ergenekon Minnie’si olarak Tavşan Şeyi Eyüp Can’ın Radikal’ine konuşlandırılmış durumda. Acayip acayip yazılar yazıp mikserliyor; röportajlar, olay yerinden bildirmeler – yapı yapıveriyor.
Belki şimdi Yıldıran Türbesi, Ezgi Başaran için de atılıp bana “Alçak! Hain!” vesaire saydıran (tabii: isim vermeden) bir yazı döşenir. Artık halet-i gakgukuna kalmış sosyalist artistin.
“Kirli” savaş lafını zamanında Kürt Militaristleri, bu savaşın Türk Ordusu tarafından ne denli kirletilip şaibeli hale getirildiğine DE işaret edebilmek amacıyla kullanıyordu.
Oysa şimdi bu savaşın HER İKİ TARAFIN savaş baronları tarafından birlikte, el ele, işbirliği içinde kirletildiği ortaya çıktı.
Bu hakikatin BU denli netlikte ortaya çıktığı BU kritik zamanlarda “Ama ben son 20 yılımı bu savaşın güzellemesine, bir tarafın haklılığına, temizliğine körü körüne methiyeler düzmeye adadım!” türbesinin babaları hem kendi kutsiyetlerini sonsuz kılmak adına–
Hem de: son bir-iki yılda Kürt Militaristleri Treni’ne kafalanma/ işbirliği/ anti AKP duygular/ Ergenekon ideolojisi bağımlılığı gibi muhtelif nedenlerle atlayan her devrin güç bağımlısı oportünistlere sıcak bağırlarını açmak arzusuyla–
Bana “Alçaklığa doymuyorlar!” filan diyecekler –Ben de “Türbe altında kalırım, gıkım çıkmaz” diyeceğim. Öyle mi?
Haa, Kozmik Oda ne zaman ki savcı ve hâkimler tarafından delil toplamak üzere basıldı, o baskından çok kısa bir süre sonra genel yayın yönetmenliğinden alındı Ertuğrul Özkök. En nihayet! Özel Harp’le çok sıkı bağlantıları o baskında basılmadıysa –Ne olayım.
Hani Nuray Mert’in, Ahmet Hakan’ın kankası, Ezgi Başaran’ın hamisi, Ertuğrul Kürkçü’de Meclis’teki yankılanmasını bulan Özkök. Aloooo!
Bütün bu parçaları yerli yerine oturtmazsanız; evet indimde Özkök’e methiye yazmanın, Türker’e güzelleme düzmekten hiçbir farkı yok. Daha kafa bulandırıcı ve hedef şaşırtıcı olmasının ekstra irite ediciliği dışında. Bu yazı, o iritasyonun yan etkileri karşısında ve onlar sayesinde kaleme alındı."

13 Şubat 2011 Pazar

mısır...

herkesin mısırı kendine..
devrimin aç çocukları,
kendini "darı" ambarında
sanmakta hâlâ,
yürüyüp de yürüyememe arasında..

kalabalık gibi
geliyorlar
devrimin yahut isyanın
esmer kavruk çocukları..
halbuki her bir köşe başında
cesetleri yalnız yatıyor
bilmediğimiz onca şey var
birinde bir afrikalının gözbebeği var
birinde yaşını erkenden almış bir ortadoğu kızının
bitmiş ömrü var
bilmeyiz biz
güneş nasıl doğar oralarda
onlar bilmez güneş,
bizde nasıl batar...

biz onlara göre doğruyuz
onlar bize göre doğu...

ham arabın ham evladı özrümüz olsun!..

biz güneşi onlardan biliriz
onlar da bizden...
düşer oysa karanlık
hem afrikanın göbeğine
hem istanbulun orta yerine
aynı karanlık,
aynı batıdan
bat ulan bat ulan!..

bilmediğimiz onca şey var..
birinde tesellinin acziyeti
birinde kalk gidelim diyen hayat
birinde otur oturduğun yerde
diyen "devlet.."


herkese devrimin sesi uzaktan gür
herkes devrimci
herkes devrim'içi'

sanki diller birmiş gibi
sanki edilen yeminler de bir..
suç bizim değil ya..
görsen sevgili devrim
göremezsin ya bugünleri
esmer kavruk çocuklarını
gurur duyardın onlarla,
kanardın sen de onların uzaktan gelen,
o büyülü müthiş,
o esrarlı mükemmel
isyan seslerine..


ağızlarda sadece o büyük slogan
ah ne kadar yalancısın hayat!..

ha ne diyorduk ?
isyan! devrim! özgürlük!

kalbini aç ey devrim
tahririn aç çocuklarına
kalbini aç ey devrim
nil deltasından "sıyrılıp gelenlere"
kalbini aç ey afrika
kara tenliler
bilmedikleri bir dili
senden öğrenecekler
bilmedikleri değil
unuttukları o insanlığın dilini..

hidayet bir adım daha yakın
bizden başka herkese!

oturduğumuz kanlı koltuklardan
belki bizi de kaldıracaklar
belki bize kalk gidelim diyorlar
belki biz de duyacağız seslerini
belki biz de yürürüz peşleri sıra!.

ben-i ademin arap evladı!
bize de verirmisin omzunu
biz gelsek yanında
kıyama dursak,
hani şu sokaklarında yanan ateşi
birlikte harlasak
tahririn yüreğine bir köz de
biz düşürsek..
var mıdır bize de vereceğin
kocaman bir yüreğin ?

parıltısında alevin
ben bir arap kızını sevsem
o gitse devrimi sevse
devrim gelse bizi bulsa
bulur muyum bir arap kızını
yeni doğan günde
beni beklerken ?..

artık biliyorum
arap kızları camdan bakmıyor
akıp giden hayata
sokaklarında kahirenin
bir büyük yangın
bir büyük isyan ateşi
elleriyle yakılmakta!..

kalbi açık devrimin
kara yazılı
kara kıta afrikada
belki "bir başka baharadır vuslat"
ama akıp gitmeyecek
gözlerimin önünden hayat!..

kalbini aç ey devrim!
bize de aç
bizi de kat önüne..

çünkü herkesin mısırı kendine...

19 Ocak 2011 Çarşamba

mevsim

bir başka adı övüyor şimdi
müjdecisi baharın
başka kulakları okşuyor
sabahın kuş sesleri

bana değil umudu,
ağaçların yeşili
benden değil artık
sokaklara ilk kez çıkan çocuklar

ayrı düştüğüm ilk mevsim
ilk mevsimimde ayrı düştüğüm

iki dil bir nisan..

yalınayak baktığım gözlerin değil
üzerinde gezdiğim yüzün değil
bir akla düştün ki artık
kış değil bahar değil

ayrı düştüğüm ilk mevsim
ilk mevsimimde ayrı düştüğüm

iki dil bir nisan..